14 Temmuz 2010 Çarşamba

Bu maçı unuttuk, artık önümüzdeki maçlara bakıyoruz…


Beşiktaş takımını takip eden arkadaşlarımızla birlikte oluşturduğumuz takım hocalara karşı... Sonuç mu ne önemi var buyrun yazıya :)


Bernd Schuster’in, Beşiktaş ile anlaşıp sınırlarımızdan içeri girmesiyle, hem futbolcu hem de teknik adamlık açısından oldukça büyük bir üne sahip bir ismi daha kucaklamış olduk.
Geldiği gün çoğu gazeteci arkadaşlarımla “Futbolculuğunu hatırlıyorum çok iyi topçuydu” diye tartışa dururken bu büyük futbol ustasıyla bir maçta rakip olacağımız aklıma bile gelmemişti.
Hürriyet Gazetesi’nden, sevgili İsmail Er’in girişimiyle, Beşiktaş’ın, Avusturya kampında teknik heyet ile basın arasında bir müsabaka tertiplendi. Rakip takımda kimler yoktu ki. Schuster, Zafer Öğer ve Tayfur Havutçu. Üç efsane bir arada ama Zafer hoca sandığınız gibi kalede değil adeta gizli forvet olarak oynadı. 


Maç başladı ve gözler topta değil Schuster’in üzerindeydi. Herkes nasıl oynayacağını merak ediyordu. Lafı hiç uzatmadan anlatım.

Ben Alman hocadan daha çok koştum. Ben koşarken o topu koşturmayı tercih etti. Yürüyerek ölümcül paslar attı. Kah sağ cenahta kah sol cenahta. Kendine bir mevki seçmemişti. Oldukça soğukkanlıydı. Maç sonunda ise tek tek elimizi sıkıp toplu sevince katılması ise ayrı bir mütevazilikti, teşekkürler hocam.

Madem hocalardan açıldı söz Zafer hoca ile Tayfur hoca hakında da bir iki satır yazmak istiyorum.
İki gün önceki idmanda Fink’ten hava topunu kapan Tayfur hoca ile ikili mücadeleye bile girmek futbol açısından insana inanılmaz derecede özgüven veriyor ki az kalsın “yarın idmana katılabilir miyim?” diye Schuster’e yalvaracaktım. 

Zafer hocayı maçın yıldızı seçiyorum. Kolay değil… Üç gol (ofsayttan) iki asistle maçı tamamladı. Maç sonunda en güzel espri ise “Hocam kaleciyken yediklerinden çok attın” oldu.
Basın mensupları olarak karşılaşmadan başımız önde ayrılırken çevrede yaşayanların ise maça yoğun ilgi göstermesi hepimizi gururlandırdı. Değerli ortağım Cengiz Malgır’ın maç sonunda yaşadıkları ise günlerce gülmemize neden oldu. Gülmekten hepimizi yere yatıran olay ise şöyle gelişti.


Cengiz Malgır’ın sıfır numara kramponları her zaman yanındadır. Bu maçta da malzemeci Ünal ve Erdal’ın verdiği kramponları kibarca elinin tersiyle iten Cengiz, kendi kramponlarını giyerek maçı tamamladı. Duş aldıktan sonra kramponları elinde halkın arasından geçen Cengiz’in önünü ise Avusturyalı bir minik futbolsever keserek elindeki topa imza atmasını istedi. Belli ki  çocuk “Bu nasılsa Beşiktaşlı bir topçudur şimdi imzayı atsın kim olduğuna sonra internetten bakarım” demiş. Cengiz ise hem şaşkınlık içinde hem de soğukkanlılığını koruyarak imza atmayı kabul etmiyor.
Bravo Cengiz… Minik futbolseverin duygularıyla oynamayarak onu kandırmadın. Bu yaptığın ufak bir çocuğa “Noel Baba diye birisi yoktur” demek gibi bir şey. Doğru olanı yaptın.

Maç öncesi ve sonrasında yaşananlarla birlikte çok güzel ve zevkli bir maç oldu. Umarım önümüzdeki günlerde tekrarları olur. Ne diyelim yazının bundan sonrasını klişe bir sözle bitirelim.
Bu maçı unuttuk, artık önümüzdeki maçlara bakıyoruz…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder